Anlamanın
zıddıyla kaim olduğuna, yani karşıtıyla anlamaya çalışan, düşünen ve kabul eden
bir şahsiyet olarak “Kur’an ne değildir?” sorusunu
cevaplamak aynı zamanda “Kur’an nedir?” sorusunun
da cevabını içinde barındırdığı kanaati içerisindeyim. Zira siyahı tanımak için
beyazı, karanlığı bilmek için aydınlığı, sağlığı bilmek için hastalığı, hatta
ve hatta adaleti tanımak için, zulmün ne demek olduğunu bilmekten geçtiğini
düşünüyor ve inanıyorum zımnen.
O
halde sorumuzu zıddıyla yani karşıtıyla soralım mı?
Kur’an ne değildir?
Kur’an;
harfleri sayılacak bir şifre kitabı değildir.
Kur’an;
bir ansiklopedi, bir bilim kitabı da değildir.
Kur’an;
pet şişedeki ya da bardaktaki suya, pirince, şekere Yasin okumak için
gönderilmiş de değildir.
Kur’an;
salt bir ölü kitabı ve ölü metin değildir.
Kur’an;
şifa dağıtıcı da değildir.
Kur’an;
sipariş üzere okunacak bir metin hiç değildir.
Kur’an;
okudum bitti diyeceğimiz kitap da değildir.
Kur’an;
tek başına tecvid eksenli okunan bir kitap değildir.
Kur’an;
seslerimizi güzelleştireceğimiz bir araç da değildir.
Kur’an;
mushafına saygı duyup, metnine karşı saygısızca yaklaşacağımız bir kitap da
değildir.
Kur’an;
sadece hafız olarak telaffuz edilip bir kere dahi hıfzettiğini merak etmeyen
bir kesim oluşturmak için de değildir.
Kur’an;
tarihe maruz ölü bir kitap değildir.
Kur’an;
ota, böceğe, dağa, taşa konuşan, okunan da değildir.
Kur’an;
anlaşılmaz değildir…
Merakımızı
celp etti mi? Şimdi tersimizi düzümüze çevirerek soralım mı sorumuzu, ne
dersiniz? Sahi Kur’an nedir?
“Kur’an” hangi
kökten geliyordu? Kök anlamı ilk nerede ortaya çıkmış, hangi coğrafyaları
dolaşmış, ne kadar değişmiş, nasıl yerleşmiş? Kur’an’ın türetildiği kelimeler
nelerdir? Hangi formda geçiyordu? Terim anlamı neydi? Özel anlamı nedir? Bu
soruların cevaplarını, konusunda ehil/uzman olan, yani bir sözcüğün kökenini
araştıran etimologlar cevaplasınlar…
Biz
bambaşka bir perspektifle bakalım Kur’an’a. Kendi spesifik nazarımızla…
Kur’an;
aç ruhlarımızı doyurmak için, yüreklerimize inmiş bir gök sofrasıdır. (Mâide)
Kur’an;
hayatımızdır. Hayata anlam kazandırmak için vardır. İnsan; hayatın öznesi olsun
diye var edilmiştir. İnsanın kendi var oluşuna karşı sorumluluğudur. Zira
hayatını ve hayatı inşa edecek olan insandır.
Kur’an;
tedebbürü/ bir işin sonuçlarına, akıbetine yani geleceğine yönelik düşünceler
üretendir.
Kur’an;
tezekküre/ hatırlama ve hatırlatmaya sevk edendir.
Kur’an;
taakkulu/ geçmiş ve gelecek ile arasında bağ kurandır. Zira “akıl” bağ
kuran demektir.
Kur’an;
tefakkuhu/ geçmiş, gelecek ve bunlar arasındaki bağdan yola çıkarak günümüze
ilişkin neticeler çıkarandır. Tam olarak fıkh etmek de budur zaten.
Kur’an;
tefekkür/ düşünme melekesi oluşturandır.
Kur’an;
öznedir, onu okuyan insanı da özne yapmak ister. İki özne arasında bir muhabbet
sudûr eder. Kendisini yüreğinden okuyanın, basiretini, fehmini, eylemini,
duruşunu, yüreğini okur. Ve onu yaşamının öznesi kılar. Hayatı boyunca tarihin
nesnesi kalarak onu cezalandırmaz.
Kur’an;
yüzden değil, özden, candan, yürekten bir ilişki kurar.
Kur’an;
insanın olay ve olguları doğru tespit etmesine yardımcı olur.
Kur’an;
insanın insanca yaşaması için yaşamına katkı sunar.
Kur’an;
tertil ile/ üzerinde dura dura, düşüne düşüne, anlaya anlaya, kavraya kavraya
okuyacağımız ilâhi bir hitaptır. (Müzemmil/4)
Kur’an;
tarihe müdahil bir hitaptır. Eskimez, pörsümez, yeniyi temsil eder. Lafzı bir
kez, manası her daim nazil olmaya devam edendir.
Kur’an;
mucizevî olarak, insanların anlayış derecelerine, bilgi birikimine,
yeteneklerine, ilgi yoğunluğuna göre açılan ve açıklayan, kendi tabiri ile mübindir.
Kur’an
kendisine samimiyetle davrananları terbiye edendir…
Bir
de Kur’an anlaşılmaz diyenlere bir soru soralım mı? O zaman Allah bu kitabı
niye gönderdi? Anlayamayacağımız bir şeyden bizi nasıl mes’ul tutar?
Kur’an
anlaşılmak için indirilmiştir. Mushafa duyduğumuz saygıyı, Kur’an’a saygıyla
yer değiştirmediğimiz sürece Kur’an bize yol haritası olamayacaktır. Çünkü
insan bir yolcudur. Vahyin nihai hedefi; yaşamı ve yaşamlarımızı onarmaktır.
Mushaf
ne zaman Kur’an olacaktır biliyor musunuz? Bizi okuduğu zaman… Kur’an bizi
okuyunca bizi bize tanıtacak. Bizim ellerimizi, yüreklerimizi, gönüllerimizi
tutacaktır.
Bilgisayarlarımızda,
tablet ya da cep telefonlarımızda Kur’an yüklü diye hafız mı oldular? Onlar
ancak ve ancak Kur’an’ı telaffuz ederler. Kur’an’ı telaffuz etmeyi Kur’an’ı
okumak mı zannediyoruz? Kur’an bir farkındalık/ kendine gel okuyuşudur,
çağrısı, nidasıdır.
Kur’an
şifadır buyurdu Rahman olan Allah. Biz ne anladık? Şu hastalığa bu
sureyi oku, şu sayıda oku, şu saatte oku… Allah’ın sözünün üstüne söz olur mu?
Kur’an şifadır. Mutlak doğrudur.
“Ey insanlar!
İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, inananlar için yol
gösterici bir rehber ve rahmet olan Kur’an gelmiştir.” (Yunus /57)
Öyle
zamanlardan geçeriz ki; dünya üstümüze çöker. “Yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar
gelmişti, vicdanları da kendilerini sıkıştırmıştı.” (Tevbe /118) Gök
kubbe altında yalnız kaldığımızı hissederiz. Kur’an’a sığınır, tutunur,
vicdanlarımızı tedavi etmeye çalışırız. Kur’an’ı defaatle de okumuş olsak,
bazen bir bakarız ki; sanki o ayeti daha önce hiç okumamış, duymamış,
görmemişizdir. Ayet bize uyarı lambaları gibi ışıklarını saçarak, yanar
söner… Sizlere de olmadı mı?
Son
bir soru: Kur’an niçin gelmiştir?
İzninizle
bu soruya Kur’an-ı Kerim’den cevap verelim:
“Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa,
mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait
olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” (İbrahim /1)
Kur’an;
bir öğüttür, rehberdir, bir uyarıdır.
16 Ekim 2020 12:04