“İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir.” (33 Ahzab 63)
-Bir gün, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yanında otururken bir ara yanımıza elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam geldi. Üzerinde yolculuk izleri görülmüyordu. (Bununla beraber) onu aramızdan tanıyanımız da yoktu. Sonra Rasûlullah’ın yanına (varıp) oturdu. İki dizini Rasûlüllah’ın iki dizine dayadı. Ellerini uyluklarına koydu ve:
-”Yâ Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu anlat!” dedi. Rasûlüllah da ona şu cevabı verdi:
-İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, ramazan ayında oruç tutman ve imkân bulduğunda (Kâbe’yi) haccetmendir.”
Bunun üzerine adam Rasûlüllah’a;
-”Doğru söyledin!” dedi.
Ömer der ki: “Rasûlüllah’a önce soru sorup, sonra da onu tasdik etmesine hayret ettik.”
Sonra: “Bana “iman”dan haber ver,” dedi. Rasûlüllah (s.a.v);
-”Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman ve bir de kaderin hayır ve şerrine inanmandır!” buyurdu. O yine:
-”Bana “ihsân”dan haber ver!” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
“İhsan, Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, O seni görür”, diye cevap verdi. Bu defa:
“Bana kıyâmetin vaktinden haber ver,” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
-”Bu konuda kendisine sorulan, sorandan daha fazla bilgili değildir”, dedi. O:
-”Öyle ise kıyametin alâmetlerinden haber ver,” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) :
“Câriye’nin kendi efendisini doğurması ile yalın ayak, çırıl çıplak koyun güden yoksulların yüksek binalar yapmakta birbirleri ile yarıştıklarını görmendir”, buyurdu. Burada adam çekip gitti. Bir müddet (hayrette) kaldım. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.):
“ Ey Ömer! Soranın kim olduğunu biliyor musun?” buyurdu. Ben, “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedim. Rasûlüllah (s.a.v.):
“ O Cebrâil idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti” buyurdu. (Müslim, iman 1.)
İHSAN MERTEBESİ
Soru-cevap şeklinde bu bilgi aktarımı, hakikaten etkili bir yöntemdir.
Hadiste en çok dikkat çeken soru ve cevaplardan birisi ihsândır. Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etmek, kulluğun ileri noktasıdır. Kişiler bu dereceye ulaşacak olsa, Allah’a ibadetin de zevkine varmış olurlar.
Bu, herkesin ulaşabileceği bir nokta değilse de bize düşen, bu güzel sonuca varmak için gayret etmektir. Allah (c.c)’ın Basîr olup, her yerde ve her zaman bizi gördüğünü hatırdan çıkarmamaya gayret edersek, bu hali yaşamak biraz daha kolaylaşacaktır.
Bakınız zerre miktarı iman, sonuçta insanı nasıl kurtaracak:
“Enes radiya’llâhu anh’den:
Nebiyy-i Muhterem salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Lâ İlâhe İllâllâh deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (îmân) bulunan kimse Cehennem’den çıkacaktır. Lâ İlâhe İllâllâh deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır bulunan kimse Cehennem’den çıkacaktır. Lâ İlâhe İllâllâh deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse Cehennem’den çıkacaktır.” (Buharî, iman 33, tevhid 19.)
İnanılması gereken şeylere îman eden insanların, İslâm diye tarif edilen beş şartı da yerine getirmeleri gerektiğini anlıyoruz. Îmanla İslâm’ın yakınlığı konusunda burada bir şey daha dikkatimizi çekmektedir;
İslâm’ın ilk şartı olarak sayılan Kelime-i Şehadeti getirmekle kişilerin îmanın bütün şartlarını kabullendiğini ve dili ile de ikrar ettiğini öğrenmekteyiz.
İMANIN TARİFİ
İman sözlükte; bir şeye inanmak, bir şeyi tasdik etmek, bir kimsenin söylediğini kabullenmek,demektir. (İbnü’l-Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut tsz., 13/ 21.)
İtikatla îman eş anlamlı olup, teslim olmak ve boyun eğmek anlamını da kapsar.
Terim olarak îman; Allah Teâlâ’nın dînini kalb ile kabul etmek yani Rasûlullah (s.a.v.)’ın bildirdiği şeyleri kesin bir şekilde kalben tasdik eylemektir. Îman, asıl bu tasdikten ibaret ise de, tasdik edilen şeyleri dil ile ikrar etmek, bunlar hakkında şehadette bulunmak da gereklidir. Îmanını kalbinde gizleyen kimse, Allah Teâlâ nezdinde mü’min sayılırsa da; îmanını söz, davranış ve amelleriyle açığa vurmazsa, durumu insanlarca bilinemez ve onun müslüman olduğuna hükmedilemez.
İslâm, sözlükte; itaat etmek, teslim olmak, müslüman olmak, İslâm’a girmek demektir. Terim olarak; Allah Teâlâ’ya boyun eğmek, Hz. Peygamber’in din adına bildirmiş olduğu şeyleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmek ve güzel bulmaktır. Bu tarife göre İslâm ve îman eş anlamlıdır. İslâm, “din” anlamında da kullanılır. Allah’ın dînine yalnız “din” denildiği gibi, “millet, şeriat, İslâm ve İslâm dîni” de denir. Diğer yandan bazen, şeriat kelimesi, dînî hükümlerin ibadetlere ve muamelelere ait kısmını ifade etmek üzere de kullanılır.
İslâm kelimesi, kalbin tasdiki olmadığı halde, bedenen boyun eğmek ve itaat etmek anlamında da kullanılmıştır. Ayet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“Bedevî Araplar; ‘iman ettik’ dediler. De ki:” Siz îman etmediniz, fakat; “biz boyun eğdik, müslüman gözüktük” deyin. Çünkü henüz îman kalplerinize girmemiştir. (49 Hucurat 14.)
Bu âyette kalben inanmadıkları halde, dil ile inandığını söyleyen münâfıklar kastedilmiştir.
İmam Maturîdi (v. 333/944) bu konuda şöyle der: “Her ne kadar kitap ve sünnette îman ile İslâm birbirinden ayrı olarak zikredilmişse de, gerçekte îman ile İslâm aynı anlamda kullanılır. Çünkü bütün mezhepler îmandan çıkanın, İslâm sınırından da çıkmış olacağında görüş birliği içindedirler.
ÎMANIN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI
Hakikaten insanın en hayatî mes’elesi olan îmanın geçerli olup olmaması konusu da vardır. Öyle ki; onun temel taşlarından birisini kabul etmemek kişinin inancını hepten götürür. Hatta onlardan birisini küçümsemek bile. O halde îmanın geçerli olmasının şartlarını da bilmek gerekir:
1) İman, ümitsizlik (ye’s) halinde olmamalıdır. Yani, Allah’ın azabını gözüyle gördükten sonra, îman geçerli olmaz. Çünkü bu durumda kişi aklı ile ve serbest iradesiyle karar vermiş sayılmaz. Bu yüzden son nefeste îman eden münkirin îmanı kabul edilmez. Ayet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı İlâh’tan başka ilâh olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!” dedi. (10 Yunus 90.)
“Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.” (10 Yunus 91.)
2) Mü’min, dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkâr etmemelidir. Buna göre, bir kimse bütün peygamberleri tasdik ettiği halde, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etse mü’min sayılamayacağı gibi; kesin bir farzı inkâr etmek veya kendi isteğiyle puta tapmak gibi, bir olan Allah’ı yalanlama ile de dinden çıkar. İman bir bütün olup, inanılması gereken bir esası inkâr etmek, bütün dîni inkâr etmek anlamına gelir.
Dînin bir bölümüne îman edip, bir bölümünü inkâr edenler hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, bir de Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen (Allah’a inanıp, peygamberlerine inanmayan); “Bunlardan kimine inanırız, kimini de inkâr ederiz” diyen ve böylece îmanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (4 Nisa 150-151.)
3) Dînin bütün emirlerini beğenerek kabul ve hiçbir hükmü küçümsemeden ifaya çalışmak gerekir. Dînin bazı emir veya yasaklarını hafife almak, bazı hükümlerini beğenip, bazılarını beğenmemek insanı dinden çıkarır. (Döndüren, Hamdi; Delileriyle İslâm İlmihali, s. 69-70.)
Bütün bunlardan sonra mü’minin kapsamlı bir tarifini şöyle yapabiliriz:
İslâm’ın itikat esaslarına ve hükümlerine tam olarak inanan ve bunların gereğini yapmaya çalışan kimse tam mü’min ve müslimdir. Başka bir deyimle; “Amentü” de toplanan altı îman esasına inanan kimse mü’min sayılır.
Ve kıyamet!
Düşünmemiz gereken yegâne hakikat! Asıl iş orada. İnsanlar hep merak eder onu. Ama onun bilgisi hadiste geçtiği üzere Allah’a ait. Ayet-i Kerimede ise şöyle dile getirilir:
”İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir.” (33 Ahzab 63)
Ancak işaretlerini haber verir Efendimiz (sav). Onlar içerisinde çok dikkatimizi çekenler bugün zuhur etmiştir.
Gerçekten anneler hizmet edeceği çocuklarını doğuruyor. Bugün bu açıkça yaşanıyor. Evlat anne babaya değil, anne baba evlada hizmet ediyor. Çocuk, doyuma bir türlü ulaşmıyor. İmkân arttıkça hırs artıyor ne yazık ki. Ama dünyanın bir diğer tarafında açlık, sefalet, savaş ve sıkıntılar da hiç bitmiyor. Bu da tabii ki İslâm coğrafyasında.
“Yalın ayak, çırıl çıplak koyun güden yoksulların yüksek binalar yapmakta birbirleri ile yarıştıklarını görmendir.”
Aynen gerçekten. Herkes bu iş peşinde diyebiliriz. Binalar ve zinalar diyordu. Binalar varlık ve debdebenin sembolü, getirisi ise maalesef ahlaksızlık… Edeb ve hayânın kayboluşu.
Rabbimiz ahir ve âkıbetimizi hayreylesin!